6 Temmuz 2011

4. Murat Operası (Haber Pan)


 

Abdullah Gül, IV. Murat'a hayran kaldı

 

2. Uluslararası İstanbul Opera Festivali, Topkapı Sarayı'nda IV. Murat gösterisiyle başladı. Topkapı Sarayı'nda düzenlenen opera festivaline Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, eşi Hayrünnisa Gül ile katıldı.


İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu'nun da katıldığı festival açılışı İstiklal Marşı'nın okunmasıyla başladı. Gül daha sonra IV. Murat gösterisini izledi. Basının kısa görüntü almasına izin verilen gösteri daha sonra basına kapalı devam etti ancak Abdullah Gül operayla ilgili görüşlerini ve oyundan fotoğrafları Twitter’dan takipçileriyle paylaştı.

"Dün akşam, IV. Murat operasını Topkapı Sarayı’nda seyretmekten büyük keyif aldım. Muhteşem bir ziyafetti."

"Bu eserin, özellikle tarihin acı-tatlı pek çok olayına şahitlik etmiş mekânda sergilenmesi ayrı bir güzellik oldu."

"Sultan Murat’ı canlandıran sanatçı Kıvanç Uğraşbul’u çok beğendim."

Tweetleriyle beğenisini dile getirdi.

İşte Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün izlediği IV. Murat oyununun detayları:
Mersin Devlet Opera ve Balesi kadrosuyla sahneye konulan eser, aynı zamanda Türkiye'de en çok sahnelenen ve beğenilen opera olma özelliğini taşıyor. Üç perdeden oluşan IV. Murat operasının dünya prömiyeri 3 Mayıs 1980 yılında İstanbul AKM'de yapılmış ve günümüze kadar 150'ye yakın temsil edildi.
IV. Murat, şair ve besteci kişiliğine karşın, toplum kargaşasını düzene sokmak için gerektiğinde baskıcı bir kimliğe bürünebilmektedir. Küçük yaşta tahta geçmiş, bu nedenle uzun süre annesi Kösem Sultan'ın baskılarına boyun eğmiştir. Bu baskılar, şair yapısı ve acımasız kimliği ile birleşince iç dünyasında büyük fırtınalar koparmıştır. İçinde başgösteren bu hayali kargaşa aynı zamanda onun trajik sonunu hazırlamıştır.

Not: HaberPan'da yayınlanan haber buradan alınmıştır.

4. Murat Operası (Vatan Gazetesi)

Gurur duyulacak sanat başarısı!
Çocukluğumdan bu yana çok opera izledim ama tarihi saray bahçesinde, Devlet Sanatçısı Okan Demiriş’in yazdığı “tarihi opera”yı izlemenin keyfi başka oluyor. Pazartesi günleri yazmadığım için zaman geçti ama anlatmadan geçemeyeceğim bir başarı bu... 1 Temmuz akşamı Topkapı Sarayı’nın bahçesinde, gerçek tarihi dekorlar arasında Osmanlı İmparatorluğu’nun en güçlü padişahlarından 4. Murat’ın hayatını ve annesi Kösem Sultan’la çekişmeli ilişkisini anlatan “4. Murat”ı izledim ve bir kez daha sanatta ne kadar büyük başarılar yakaladığımızı görerek mutluluk duydum.

Onun inanılmaz güzellikteki eseriyle büyülenirken, bir yıl önce kaybettiğimiz ve “Karyağdı Hatun”, “Yusuf İle Züleyha” operalarının da bestecisi olan değerli sanatçı Okan Demiriş’in “devlet sanatçısı” olmayı nasıl da hak ettiğini düşünüyor insan. Kendisi gibi çok değerli bir opera yıldızı olan eşi Leyla Demiriş’le de defalarca aynı sahneyi paylaşan, Karyağdı Hatun gibi bazı eserlerini “onun için yazan” bu çok yönlü sanatçının bütün eserleri, gördüğü büyük ilgi üzerine sayısız kez sahnelendi ve sahnelenmeye devam ediyor.

4. Murat’ın müziği ve senaryosundaki dinsel motifler, ilahiler, Padişah’ın Kur’an okuyarak ve ilahilerle savaşa çıkması, Mehter Takımı ve marşı, gerçeğine sadık kalınan tüm detaylar bir de Saray’ın atmosferi ile üstelik ay ışığında bir araya gelince ortaya gözlerinize inanamayacağınız bir kusursuzluk çıkıyor. Dekor ve kostümlerin güzelliğini, özgünlüğünü ise sadece seyirci değil, tarihi film veya dizi yapımcılarının da izlemesi şart bence.

İngiliz Kraliyeti’ne ait kıyafetleri andıranlar yerine “nasıl olması gerektiğini” görmek için... Bu başarıda emeği olan herkes, başta Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürü Rengim Gökmen,İstanbul Opera Festivali Sanat Yönetmeni Yekta Kara ve İstanbul Uluslar arası Opera Festivali’nin sponsorluğunu 2 yıldır üstlenen Deniz Bank olmak üzere kutlanmayı hak ediyor. Festival devam etmekte, hangi eseri yakalayabilirseniz mutlaka izleyin derim, kaçırılacak gibi değil çünkü!

Not: Vatan Gazetesi yazarı Ruhat Mengi'nin 6 Temmuz 2011 tarihli bu yazısından alınmıştır.

4. Murat Operası (Hürriyet Gazetesi)

 

Bu yıl ikincisi gerçekleştirilen Uluslararası İstanbul Opera Festivali, 3 Temmuz Pazar günü Topkapı Sarayı’nda IV. Murat operasıyla başladı.

Topkapı Sarayı’nda düzenlenen festivale Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, eşi Hayrünnisa Gül ile katıldı. Topkapı Sarayı’nda IV. Murat oparasını izleyen Gül, gösteriye hayran kaldı.
Basına kapalı sahnelenen eser sonrası Abdullah Gül, operayla ilgili görüşlerini ve oyundan fotoğrafları Twitter’dan takipçileriyle paylaştı. Gül, “Dün akşam, IV. Murat operasını Topkapı Sarayı’nda seyretmekten büyük keyif aldım. Muhteşem bir ziyafetti”,“Bu eserin, özellikle tarihin acı-tatlı pek çok olayına şahitlik etmiş mekânda sergilenmesi ayrı bir güzellik oldu”, “Sultan Murat’ı canlandıran sanatçı Kıvanç Uğraşbul’u çok beğendim” tweetleriyle beğenisini dile getirdi.

Cumhurbaşkanından tam not alan operacıEğitimine 1985 yılında Mimar Sinan Üniversitesi İstanbul Devlet Konservatuvarı’nda başlayan Kıvanç Uğraşbul, 1992 yılında Mersin Devlet Opera ve Balesi’nde bas bariton solist sanatçı olarak göreve başladı. Birçok eserde başrol oynayan sanatçının rol aldığı eserlerden bazıları şunlar:
Don Giovanni (Don Giovanni), Tosca (Scarpia), Cavalleria Rusticana (Alfio), Gianni Schicchi (Gianni Schicchi), Arşın Mal Alan (Sultan Bey), Sevil Berberi (Bartolo), IV. Murat (IV. Murat), Aşk İksiri (Dulcamara), Dudaktan Kalbe (Rasih).

Not: Hürriyet Gazetesi'nde 6 Temmuz 2011'de yayınlanan yazı buradan alınmıştır.

20 Haziran 2011

Abu Hassan Operası - (Mersin DOB - Rejisör: Kıvanç Uğraşbul)

Carl Maria von Weber tarafından bestelenen ve librettosu Franz Heimer tarafından “1001 Gece Masalları” temel alınarak hazırlanan tek perdelik eser, ilk olarak 4 Haziran 1811’ de Münih Cuvillies Tiyatrosu'nda sahneye konulmuştur. İlk temsilinde büyük başarı kazanan eser, Alman operasına karşı halkta büyük bir ilgi doğurmuştur. 1813 ve 1822 yıllarında yapılan son düzenlemelerle eser bugünkü haline gelmiştir.

Başta Weber’in hocası Abbe Voglers’in “Buyers of Smyrna” isimli çalışması ve Rossini’nin “İtalya’da Bir Türk” isimli çalışması olmak üzere, Haydn’ın ve Mozart’ın çalışmaları göz önüne alındığında döneminin “Türk Operaları” birbirine benzer çalışmalardır. Burada etken sadece dekorlarla yansıtılan ortamlar değil, aynı zamanda orkestralarda zillerin göze çarpan kullanımlarıdır.

Bu anlamda Abu Hassan’ıda “Türk Operaları” grubunda sayabiliriz. Weber’in orkestrası dramatik, renkli ve romantik içeriğinin yanı sıra geleneksel temel kalıpları da içermektedir. “Abu Hassan”ı Mozart’ın çalışmaları ile kıyaslayacak olursak, melodilerinin göz alıcı güzelliği ve müzikal zekası ile haklı bir övgüyü hak etmektedir.

Sanatçıların ilham perileri kimi zaman yaşadıkları hayatın gerçekliğinden çıkagelir. Örneğin, Vincent Van Gogh'un resimlerinde kardeşi Theo'nun yaşadığı Paris'te geçirdiği 2 yılın etkileri kadar sonrasında yaşadığı şehirin izlerini de (Arles'daki Langlois Köprüsü gibi) görebiliriz.

Görsel etmenler kadar duygusal boyutlarını yani acılarını, sıkıntılarını, aşklarını, tutkularını da eserlerine yansıtır sanatçı. Kimi zaman tamamen kendini anlatır, kimi zamansa dolaylı yoldan. Örneğin, Puccini'nin "La Boheme" isimli operası detaylarda olmasa da genelinde Puccini'nin hayatından izler taşır.

Benzer şekilde, Carl Maria Von Weber'in Abu Hassan operasıda bestecisinin hayatından dolaylı bir ize sahiptir. Her ne kadar opera Carl Maria von Weber’in gençliğinde yazılmış olsa da yaşının üzerinde bir ruhla dolu olup, leziz tatlar barındırmaktadır. Genç Weber, 1810 yılında 24 yaşında eserin ilk halini ortaya koyduğunda açılışı "Alacaklılar Korosu" ve para temasıyla yaptıysa eğer, bunun sebebi o zamanlar kendisininde maddi sıkıntılar yaşaması ve yüklü borçlarla uğraşmasındandır. Hatta bu nedenle hapse bile girmiş olan Weber'in kahramanı da aynen kendisi gibi borç yükü karşısında ne yapacağını bilemeyen zavallı Abu Hassan (Ebu Hasan)'dır.

Eserde, Ebu Hasan'ın aryasında dahi karısını aşkla sevmesinin yanı sıra zenginliğe duyulan özlem vurgulanmaktadır. Kısaca, eserin ana teması para ve insanlar üzerinde etkileridir. Para söz konusu olunca insanların davranışlarının ne şekilde değiştiğini eserde çeşitli vurgularla görebiliriz. Öyle ki, Ebu Hasan gibi iyi niyetli ve saf bir insan dahi borçlarına çözümü yalanla bulur ve karısı Fatma'yı da bu olaya bulaştırır. Borç sorunu çözmek için Halife'den bir nev-i ölüm yardımı olarak adlandırılabilecek maddi yardım almaya karar verirler. Ancak bunu yaparken önce kendisinin, sonrada karısının öldüğünü iddia edecektir! Tabii, yalancının mumu yatsıya kadar yanacak ve gerçek ortaya çıkacaktır. Ancak, Halife, Hasan'ı bu yalana iten nedenleri duyunca ve karısı Fatma'ya asılan tefeci Ömer'i evde saklandığı dolabın içinde bulunca, affeder. Tüm bu süreçte Halife'nin karısı ile ölümler üzerine bahse tutuşmasından, Fatma'yı elde etmek için Ömer'in borç senetlerini kullanmasına kadar paranın insanlar üzerindeki etkisini görürüz.

Opera, Türkiye'de ilk olarak 1983-84 sezonunda İstanbul DOB'da Yekta Kara'nın rejisi ile sahneye konulmuştur. Eserin ana teması olan paraya görselde de vurgu için dekordaki ana ögeler altın sikkeler olarak belirlenmiştir. Paraya ve etkilerine vurgu, bu 2 adet altın sikkeyle ve temsil ettiklerinin "Demokles'in Kılıcı" gibi karakterlerin üstünde salınınp durmasında yer almaktadır.

27 Nisan 2011'de Mersin DOB'da Kıvanç Uğraşbul'un rejisörlüğünde perdelerini açan Abu Hassan operasında ise, dekorda simgesel ögeler yerine Ebu Hasan'ın hayatındaki sadeliğin ve fakirliğin izleri görülmektedir. Seyhan Atamer'in oluşturduğu olabildiğine az eşya içeren dekorda, fakirliğin simgesi haline gelmiş yamalarda yerlerini almaktadır. Kostümlerde ise Alev Tol, Hasan ve Fatma'nın fakirliğini yine kıyafetlerine yansıtmaktadır. Renksiz ve aksesuarsız kostümler, zengin tefeci Ömer'in renkli ve şaşalı kıyafetleri ile tam bir tezatlık yaratmaktadır.

Kıvanç Uğraşbul, eseri mümkün olduğunca sade dialoglar ile ortaya koymayı tercih etmiştir. Seyirci ile daha yakın bir temas kurabilmek adına da, Türk sinemasından klişeleşmiş ögeleri içeren kimi alıntılar yapmıştır. Örneğin, Fatma'nın kocası ile ilgili ağıtlarında rahmetli Adile Naşit'e gönderme yer almaktadır. Rahmetli Naşit'in "Şabanoğlu Şaban" filminin unutulmaz sahnelerinden olan "Gittiii gittiii giittttiii" şeklindeki gıdaklamalı ağlaması, eserde Fatma'nın yorumu ile izleyenlere hatırlatılmaktadır. Resijörün bu alıntı ile amacı geçmişin değerli sanatçılarını hatırlatarak anmaktır.

Bunun yanı sıra, sinemamızdaki "iyi adam-kötü adam" figürleride ortaya koyulmuştur. Eser boyunca Hasan'ın saf ve temiz duygularına karşın, kötü adam Ömer'in Fatma'ya art niyetli yaklaşmalarına şahitlik edilmektedir. Ömer'in karakter olarak çirkinliğinin yanı sıra fiziksel çirkinliğini de ön plana çıkaran tipleme, bu anlamda çok başarılıdır. Yan karakterlerde ise, Nadir gibi orjinalinde olmayan ancak varlığı ile esere renk katan sevimli, sıcak ve komik karakteri de ekleyen Kıvanç Uğraşbul, bu şekilde eseri daha da keyfine doyulmaz bir hale getirmiştir. Rejisörün yaptığı diğer eklemeler ise kimi dialoglarda görülmektedir. Böylece Uğraşbul, eserdeki komik unsurların sayısını artırarak komedi çıtasını daha da yükseltmiştir.

Hasan'ın aryasını rüya sahnesi olarak ortaya koyaraksa, Hasan'ın karısına aşkının yanı sıra hayatındaki özlemlerini ve hayallerini bizlere somut olarak göstermiştir.

Her ne kadar Abu Hassan, bas bariton Kıvanç Uğraşbul'un sahne arkasındaki ilk deneyimi olsa da, esere yaptığı eklemelerle gösterdiği hayalgücüne ve yaratıcılığına (haklı) güveni, doğru yapılmış dekor/kostüm/cast seçiminin yanı sıra eserin Türkçeleştirilmesindeki başarısı ile ortaya çıkan yorum, sadece sahnede değil, sahne arkasında da yetenekli olduğunu bizlere göstermiştir.

Oyuncu kadrosunda yer alan isimlerde hem eserdeki karakterlere uygun hem de yetenekli kişilerden oluşturulmuştur. Hasan rolünde izlediğimiz ve misafir sanatçı olarak Samsun Devlet Opera ve Balesi'nden gelen tenor Onur Polat, genç yaşına rağmen ses kalitesi ve yeteneği ile sahnede göz doldurmaktadır. Daha çok Keloğlan tiplemesine benzer bir görüntü ve saflıktaki Hasan karakterinin şaşkınlıklarını, sevinçlerini ve hayallerini ise insanın içini ısıtan bir oyunculukla ortaya koymaktadır.

Hasan'ın karısı Fatma, rejisörün yaptığı vurgulamalar ile en az Hasan kadar önemli bir karakter olarak sahnede yer almaktadır. "Evi çekip çeviren" - "yuvayı yapan dişi kuş" Fatma rolünü, yine genç yeteneklerden Sevil Erçak canlandırmaktadır. Erçak'ta canlandırdığı karakteri sahiplenerek kanlı canlı hale getirmiş ve başarılı bir sanatçı olduğunu kanıtlamıştır.

Bu genç yeteneklerin daha fazla ön plana çıktığı çalışmaların ortaya konulması ise biz sanatseverlerin temennisidir.

Ömer rolünde ise, daha önce İstanbulname ve 4. Murat ile sahnede izlediğimiz R. Ufuk Kasar'ın yer alması ile bu başarılı sanatçıyı bir kere daha sahnede izleme keyfi yaşatılmaktadır. Kasar, sahnede geçirdiği her anı doğru kullanmakta ve rolünün hakkını vermektedir. Örneğin, Ömer'in saklandığı dolaptaki korkusunun bizlere başarıyla iletilmesinde ışıklandırmanın yanı sıra Kasar'ın rol yeteneğinin etkisi büyüktür.

Diğer rollerde izlediğimiz Erdem Özdemir (Halife), Ayşin Alev Yücel (Halife'nin karısı Zübeyde), Alpay Noyan Özbay (Mansur) ve R. Neslihan Ulaş (Zümrüt) anlık dialogların sahipleri olarak geri planda kalmayıp, başarılı oyunculukları ile de oyunun içinde önemli yer tutmaktadırlar. Özellikle Zümrüt karakterinde R. Neslihan Ulaş'ın çok başarılı olduğunu belirtmek gereklidir.

2010-11 sezonunda eseri izleyemeyenler için güzel bir haber, eserin önümüzdeki sezonda da sahne alacağını belirtmek olur sanırım. Kıvanç Uğraşbul'un rejisörlüğünü yaptığı bu başarılı eserin, sadece ülkemizdeki sanatseverlere değil aynı zamanda yurtdışındaki dostlarımıza da ulaşmasını dilerim.

(Okuduğunuz yazı buradan alınmıştır)

12 Haziran 2011

24 Mayıs 2011

Carl Maria von Weber – Abu Hassan (Ebu Hasan) Operası

Türkiye'de ilk kez 1983-84 sezonunda Yekta Kara tarafından sahneye konulan ve yıllar sonra 27 Nisan 2011 tarihinde Mersin Devlet Opera ve Balesi'nde, bu kez Kıvanç Uğraşbul'un yorumuyla seyirci karşısına çıkan Carl Maria von Weber'in "Abu Hassan" isimli eser hakkında kısa bir bilgi:

Carl Maria von Weber tarafından bestelenen ve librettosu Franz Heimer tarafından “1001 Gece Masalları” temel alınarak hazırlanan tek perdelik eser, ilk olarak 4 Haziran 1811’ de Munich Cuvillies Tiyatrosunda sahneye konulmuştur. İlk temsilinde büyük başarı kazanan eser, Alman operasına karşı halkta büyük bir ilgi doğurmuştur.

Eserin ilk hali 1810’da “Alacaklılar Korosu” ile başlamakta olup, son hali 1813 ve 1822 yıllarında Weber’in yaptığı değişikliklerden sonra ortaya çıkmıştır. Eserin temelini Abu Hassan (Ebu Hasan) isimde, alacaklılarının foyasını ortaya çıkaran dürüst bir borçlu oluşturmaktadır. Eserin yazıldığı dönemde Weber’de kendi yüklü borçları ile boğuşmaktadır.

Eser

Opera 1001 Gece Masalları’nın Bağdat görünümündeki gece ile başlamaktadır. Uvertürden sonra, opera yoksul ama iyi niyetli Ebu Hasan ve karısı Fatma’nın kıt yiyecekleri paylaşması ile başlar. İlk düet iki karakterin esprili ziyafeti ile ilgilidir.


Ancak ikilinin çok büyük bir sorunu vardır: Ebu Hasan’ın yüklü borçları. Hasan trajikomik bir plan yapar; Halife, yakınını kaybedenlere cenaze masraflarını karşılamaları için büyük bir miktar para vermektedir. Buna dayanarak ölümlerini ilan ederek, Fatma’yı ve kendini cenaze bedellerini almak için Halife Harun Reşit ve karısı Zübeyde’yle görüştürmeyi planlamaktadır. Fatma bu planı çok beğenir.


Fatma Halife’nin eşine Hasan’ın ölümünü haber vermek için gittiğinde, alacaklılar toplanıp eve gelirler. Ebu Hasan’ı evine gelen kalabalık alacaklı grubunun düşmanlığından en büyük alacaklısı olan tefeci Ömer kurtarır. Ömer aynı zamanda Hasan’ın güzeller güzeli Fatma’sını arzulamaktadır. Hasan’ın borçlarını Fatma’yı kendisine ait olmaya zorlamak için kullanmayı istemektedir. Borçlarını silmenin bir karşılığı olarak bunu Fatma’dan ister. Ancak borç kalır. Çünkü Fatma Ömer’e yüz vermez.

Fatma para ile eve dönüşte bu kez Hasan, karısının ölümünü Halife’ye iletmek için evden çıkar. O sırada Ömer eve gelir ve Fatma’yı ikna etmeye çalışır. Ancak Hasan’ın aniden eve dönmesi üzerine panik havası yaratan Fatma, Ömer’i yüklüğe saklar. Ebu ve karısı Ömer’in saklandığını bildikleri halde bilmezmiş gibi bir hava ile aralarında konuşmaya devam ederler.

 
O ana kadar her şey planlandığı gibi gitmektedir. Ancak; Halife ve eşi, Hasan ile karısından ilk hangisini öldüğü konusunda kararsız kalırlar. Her ikisine de gelen haberler kafalarını karıştırmıştır. Bu nedenle bizzat Hasan’ın evine giderek ilk hangisinin öldüğünü teyit etmeye karar vermişlerdir. Bu niyetle eve gelirler. Geldiklerini gören ve durumu anlayan Ebu ve karısı ölü rolü oynamaya karar verirler.


Halife evden içeri girdiğinde, Fatma ve Hasan’ı “ölü” bulur. Halife ilk kimin öldüğünü açıklayacak olana 1000 altın vereceğini duyurur. Para ödülünü duyan Hasan “canlanır” ve ilk kendisinin öldüğünü söyler. Şimdi ise Halife’nin ulu kudreti ile canlanmıştır. Aynı gücün Fatma’yı canlandıracağını da söyler ve Fatma’da yattığı yeden kalkar.

Son sahnede Halife ve karısı, gerçekleri öğrenmiş olduklarından bu iki dolandırıcıyı affeder, Ömer’i yaptıkları için cezalandırır ve onlara ihtiyaçları olan parayı verirler.

Not: Fotograflar Mersin DOB'dan alınmıştır.

14 Mayıs 2011

Abu Hassan Operası Sahnede


Mersin Devlet Opera ve Balesi geçtiğimiz hafta ilk gösterimini gerçekleştirdiği Abu Hassan ve Aleko operalarının galasını 3 Mayıs akşamı sahneleyecek.

MDOB Müdür ve Sanat Yönetmeni Hasan Alptekin sanatseverleri operanın galasına davet ederek, “ Geçtiğimiz hafta bir gecede iki ayrı prömiyeri gerçekleştirerek Mersinli Sanatseverlerin beğenisine sunduk ve çok güzel tepkiler aldık. Bugün ise bu iki eserimizin gala temsillerini gerçekleştireceğiz. Tüm sanatseverleri bekliyoruz” dedi.
Abu Hassan’ı sahneye koyan rejisör Kıvanç Uğraşbul ise “İnsanları gülmeye davet ediyorum onları günlük streslerinden biraz olsun uzaklaştırabilirsek ne mutlu bize” diye konuştu.

Abu Hassan

Komik öyküsüyle romantik operanın en güzel örneklerinden olan “Abu Hassan”
1001 Gece Masallarının muhteşem dokusunu sahneye taşıyor. Carl Maria von Weber tarafından bir perdelik komik opera olarak bestelenmiş ve ilk kez 1811 de sahnelenmiştir.
Uzun yıllar sonra tekrar Mersin’de sahnelenecek olan “Abu Hassan” MDOB’un başarılı solisti Kıvanç Uğraşbul tarafından sahneye konuyor. Orkestra Şefliğini Vladimir Lunga’nun üstlendiği eserin koro şefi ise Oleg Constantınov üstleniyor. Dekor tasarımını Seyhan Atamer yaparken, kostüm tasarımı Alev Tol, Işık tasarımı ise Ali Dedekargınoğlu imzası taşıyor. Eserin Başlıca rollerini Onur Polat, Sevil Erçak, Ufuk Kasar, Erdem Özdemir, Ayşin Yücel, Alpay Noyan Özbay, ve Neslihan Ulaş paylaşıyor.
Bir perdelik operanın konusu: Bağdat halifesinin Sakisi Ebu Hasan ve karısı Fatima; Halife ve karısı Zübeyde’ye birbirlerinin öldüğünü söyleyerek, onlardan para koparıp borçlarını ödemek isterler. Fakat Halife ve karısı şüphelenir. Bunun üzerine kimin önce öldüğünü anlamak için ortaya ödül koyarlar, koydukları ödüle “ölü oldukları” halde yine Ebu Hasan ve karısı talip olurlar.
        
Not:
Haber buradan alınmıştır.

İlköğretim Okullarında Eğitim Gören Çocukların Müzikle Tanışma Projesi

MERSİN'de hayata geçirilen 'İlköğretim Okullarında Eğitim Gören Çocukların Müzikle Tanışma Projesi', hiç konser izlemeyen, opera ve baleyi bilmeyen çocukların, konser salonu, senfoni, opera ve baleyle tanışmasını sağladı.

Mersin Polifonik Korolar Derneği'nin hayata geçirdiği projede, ilk kez konser salonuna getirilen çocuklar müzikle eğitiliyor. Mersin Devlet Opera ve Balesi sanatçıları, Mersin Üniversitesi Devlet Konservatuvarı ile dernek bünyesindeki Umut Işığı Korosu'nun desteğiyle gerçekleşen projede, çok sesli müzik, nefesli ve yaylı çalgılarla tanışan çocuklar, zaman zaman sahneye çıkıp, orkestrayı yönetiyor.

Umut Işığı Korosu'nun seslendirdiği müziği dikkatle dinleyen öğrencilere, bas bariton Kıvanç Uğraşbul, nefesli sazlardan vigolette, korno, fagot; yaylı sazlardan keman, viyola ve viyolonseli tanıttı. Bu tanıtım sırasında öğrencilerin sıkılabileceğini düşünen Uğraşbul, yaptığı esprilerle çocukların dikkatini çekti. Çocukları yanına çağırıp, sahneye davet eden Kıvanç Uğraşbul, çocuklara orkestra yönettirip, eğitimi eğlenceli hale getirdi.

Projede bu yıl 600 çocuğa ulaşmayı hedeflediklerini belirten Dernek Başkanı Selma Yağçı, amaçlarının geleceğin salon seyircilerini ve sanatçılarını ortaya çıkarmak olduğunu söyledi. Yağcı, "Hedefimiz çocuklarımızı müzikle eğiterek, bu isteği içlerinde hissettirerek, başarılarının gittikçe artmasını sağlamaktır. Yaşamdaki insan ilişkilerine, konuştukları dili düzgün kullanmalarına destek olmak istiyoruz. Bir mimar, bir mühendis, bir avukat olabiliyoruz ama bir koroda şarkı söyleyebiliyorsak veya herhangi bir enstrüman çalabiliyorsak işte o zaman omzumuzda ışıklı yıldızlar oluyor" dedi.

Not: Haber buradan alınmıştır.

6 Şubat 2011

Eğrikapılı Ali

İzlediğim başka operalar ve sanatçılarla karşılaştırınca, 4. Murat ekibinin ne kadar başarılı olduğunu bir kez daha gördüm. Sadece başrol değil, tüm roller gerçek bir ekip ruhu ve profesyonellikle sahnede yerlerini almıştı. Bunda sanırım en büyük tebriği reji Murat Atak hakediyor; hem böyle bir ekibi bir araya getirdiği hem de, başkalarının aksine, oyuncuları kendi kaprislerine kurban vermediği için.
Sadece bir eserle kişi hakkında bilgi edinmek / yorum yapmak / ebedi hayranı oldum demek / karar vermek vs mümkün değil. Yapılsa da bence doğru değil.

O yüzden, her ne kadar 4. Murat'taki oyunculuğunu beğenmiş olsamda, sevgili Kıvanç Uğraşbul'un diğer temsillerini izleyene kadar karar vermek ve sadece bir roldeki başarısından dolayı beklenti içine girmek istemedim. Bilirsiniz, bazen gözünüzde çok büyütürsünüz sonra herşey balon çıkar.

Geçenlerde bir diğer temsilini CD'den izledim: İstanbulname.

Eser için ne desem az! Dekorlarda kostümlerde yerinde. Eserin kendiside harika. Ama ben bu kez oyunu anlatmak yerine (ki onu da başka bir sefere bırakıyorum) Kıvanç Uğraşbul' u anlatacağım.

Zat-ı Şahanemiz, değerli Sultanımız, bu kez bambaşka bir adam olarak karşımızda duruyor. Murat olarak izleyici ile arasına koyduğu mecburi mesafeyi yıkıp, tanıdığımız-bildiğimiz-karşılaştığımız ya da varlığını duyduğumuz biri haline dönüşüveriyor: Eğrikapılı Ali.

İlk gösteride sahneyi soylu havası ve ihtişamı ile dolduran sanatçının, bir diğer rolde halktan bir tiplemeyi bu kadar güzel üzerine oturtması (ve yine sahneyi doldurması) tek bir şey ile açıklanabilir: Yetenek!

Her sahnede ayrı bir cıvıltı, ayrı bir keyif yaşatıyor olsa da benim eserde en sevdiğim sahne "Vatanım İstanbul" isimli aryayı söylediği an.

Oyunun tamamını size izletemem, keşke izletebilsem. Ama bahsettiğim aryanın linkini buraya ekliyorum ki sizde görebilin.

İzlerken sahneye gelişini, tavırlarını ve yüzündeki ifadeyi çok iyi takip edin. Parçayı çok güzel söylemesini bir yana bırakın, o zaten tartışılmaz. Ama beden dilinden ne kadar keyif aldığını, ne kadar hissederek oynadığını ve bizi oyunun içine çekmeye çalıştığını çok rahat görebileceksiniz.

Ön sırada oturanlar belki gerçek hayatta tanıdığı insanlar. Onlara bakışında ve selam verişinde hem Kıvanç Uğraşbul'u hem de Eğrikapılı Ali'yi görüyorsunuz. Çünkü o artık sadece Kıvanç değil, aynı zamanda Ali olmuş. Ya da...Daha çok Ali olmuş. :)

Aryasını bitirmeden ve alkışa boğulmadan az önce ise gözlerini çaktırmadan izleyiciye dikip, üzerimizde yarattığı etkiye bakışına dikkat edin. Biz ne kadar halimizden memnunsak, o da bizler üzerinde yarattığı etkiden memnun oluyor ve yüzüne işini layığıyla yapmış olmanın mutluluğu oturtuyor. Hafif çapkın bir bakışla izleyiciyi son bir kez süzüyor ve herkesi avcunun içine alıyor. O an yüzündeki gülümseme sanatçı şımarkılığı değil; sadece işini başarmanın hazzının duyuyor.

Alkış yağmurunaysa Ali olarak (ve eser dışına çıkarak) "Eyyvallaaahhh" diye selamı basıp ortadan kayboluyor. Ama zaten o an bize sanatçı selamı verse, bizi içinde bulunduğumuz hayal aleminden koparıverirdi. Bu tavrı bile bizi oyunu içine nasıl çektiğinin bir göstergesi değil midir?

O giderken siz, iki uç karakteri bu kadar başarı ile oynayan sanatçıya biraz hayranlık biraz da gıpta ile bakıyor, onu sahnede izlediğiniz her anın tadını çıkarmaya karar veriyorsunuz. Ki ben öyle yaptım. :)

Son sözüm:

Kıvanç Uğraşbul'un ebedi hayranı olmam için daha çok zaman var. Ama eğer diğer eserlerde de böyle ise, sürecin çok uzayacağını sanmıyorum. Şu ana kadar izlemekten çok keyif aldım.
Hayatınızda bir kere bile operaya gitmemiş ve gitmeyi düşünmemiş olsanız, hatta ve hatta operadan nefret ediyor olsanız dahi ...gene de Kıvanç Uğraşbul'u ve Mersin DOB'un sanatçılarını bir kere izleyin derim. Eminim ki sonrasında siz , eski siz olmayacaksınız! :)
Not: İlgili yazı Sevgili Sanat isimli blogdan alınmıştır.

3 Şubat 2011

Tanıdıklarının Gözünden Kıvanç Uğraşbul





Opera ve baleye dair şeyler ülkemizde çok oturmuş / sindirilmiş faaliyetler-sanatsal olaylar - uğraşlar ya da meslekler sayılmaz. Ama O gene de bunu tercih etmiş biri.
Neden, nasıl, ne zaman ve kimle sorularına daha sonra kendi ağzından cevap bulacaksınız.

Belki O'nu sahnede, belki sadece buradaki linklerde izlediniz. Yani bir şekilde nasıl bir sanatçı olduğunu anladınız. Farklı rollere bürünüşünü gördünüz.

Peki "Bu sanatçı dediğimiz insanlar nasıl adamlardır? Burunların Kaf Dağı'nda mı yoksa ardında mıdır? Yürümezde havada mı süzülürler acaba? Tanıştıklarında elinizi sıkarlar mı yoksa küçümser tavırla yüzünüze mi bakarlar? Ellerinde pipo, üstlerinde ropdöşambırla mı dolanırlar sürekli? Evlerinde Callas dinleyip entel sohbetler mi yaparlar? Ya ben oradaysam ne dediklerini anlar mıyım??"....gibi sorular aklınıza hiç gelmiyor mu? Benim geliyor.

Bazen bir gösteriden çıkınca oradaki sanatçıların bir araya gelip "Mirimmm..." diye başlayan ve benim tek kelimesini anlayamadım sohbetler yaptığını düşünürüm. Hele de o sanatçı yetenekliyse, çook yetenekliyse, bende olmayan özelliklerinden dolayı onu daha da olağanüstü görürüm ve "havasından geçilmez" diye yanına yaklaşmaya çekinirim. Belki o yetenek bende olsa benim yanıma yaklaşılmazdı!!

Ama O öyle bir adam değil. Üstelik, kimse tarafından inkar edilemez şekilde yetenekli çünkü karaktere sadece ses vermiyor, ruh katıyor - kanlı canlı hale getiriyor. Buna rağmen kesinlikle şımarmıyor.

Asla kendini beğenmiş değil. Tam tersi, çok "insan". Örneğin, uzaktan uzağa tavırlarına sinir olduğu ve içten içe söylendiği biri genç yaşta vefat edince, sanki kendi sebep olmuş gibi kendini kahredecek ve "Neden böyle yaptım ki? O da öyle bir insandı. Hay Allah yaa" diyecek kadar insan.

Canı sıkkın olduğu anlarda dahi karşısındakine "Sesin kötü, nen var?" diyecek kadar düşünceli.

Bunun yanı sıra, tahmin edemeyeceğiniz kadar komik. Fıkra anlatmakta bir sanattır ve sağolsun O, bu konuda da sanatını konuşturuyor. Kah sesini değiştirip, kah o yöre ağzından konuşup, yerinde duramadan resmen yaşayarak anlattığı fıkralarda da kahramanlara can katıyor. Üstelik anlatıkları öyle bir yer ediyor ki aklınıza, en ciddi olmanız gereken yerde bir anda aklınıza gelen fıkra ile gülmemek için kasılıp kızarıp bozarıp kalıyorsunuz!

Gerçi yalan yok, bazen sinir bozucu da olabiliyor ama o anlarda sanatçı kaprisi sayılabilir. Hem o kadar kusur kadı kızında da var canım! Ya da şöyle söyleyeyim, hepimiz kadar sinir bozucu olabiliyor.

Şimdi elimde bir mikrofon olsa ve O'nu tanıyanlara uzatsam, kimi çoook güzel şeyler söyler, kimi kötü; kimi sessiz durur sadece gülümser, kimi söyler ama boş söyler...Kısaca O'nu anlatmak için farklı farklı bir çok şey sıralarlar.

Ama hepsinin bir ortak noktası olur. O'nu tanımanın hayatınıza bir renk kattığını kimse inkar edemez: Kimisine kırmızı, kimisine lacivert, kimisine pembe, kimisine siyah....

Bu blogda sanatçı yönünü göreceğiniz adamın bize benzer yönlerini anlatmak istedim size. Sanatçı yönü kadar insan yönününde saygın olduğunu bilin istedim. Gene de çok detay vermedim, zamanla tanıyın istedim.

İşte benim gözümden Kıvanç Uğraşbul böyle bir insan: Komik, insancıl, iyi niyetli ve bazen sinir bozucu! :)

30 Ocak 2011

4. Murat - Fotograflar (1)


Atatürk’ün En Çok Sevdiği Opera Sahnelenecek


Mersin Devlet Opera ve Balesi Müdürlüğü (MDOB) Atatürk’ün çok sevdiği Giacomo Puccini’nin ölümsüz eseri 3 perdelik Tosca operasının prömiyeri yapılacak.

MDOB Müdürü ve Sanat Yönetmeni Hasan Alptekin, düzenlediği basın toplantısında dünya opera literatürünün başyapıtlarından olan Tosca’yı sahneye taşıyacaklarını söyledi. Atatürk’ün en çok sevdiği opera olan Tosca’nın prömiyerini yarın akşam gerçekleştireceklerini belirten Hasan Alptekin, “Konuk rejisörümüz Önder Gökseven İstanbul’dan geldi. Aynı eserin galası 3 Kasım günü tekrar sahnelerimizde olacak. Solisti, figüranı ve orkestrası, kalabalık bir kadro ile Tosca’yı sahneye taşıyoruz. Bu bir ekip işi. Sanatseverlerde izlemeye geldiklerinde bunu görecekler. Sahnenin görkeminden de ihtişamından da anlaşılacaktır” dedi.

9 yıldır, birçok Tosca temsilinde başrol alması nedeniyle ‘Tosca Kraliçesi’ olarak anılan ve 2 yıl önce Aspendos Opera ve Balesi Festivali sırasında sahnede kayarak dizi yerinden çıkan ünlü soprano Reyhan Gökbil de eserin başrolünü üstleniyor.

Gökbil, eserde rol almasının kendisini mutlu ettiğini belirterek, “Ankara Devlet Opera ve Balesi sanatçısı olarak davetli olarak geldim. Tosca rolü ile sahneye kaç kere çıktım, sayısını saymadım. 2000 yılından buyana Tosca’yı icra ediyorum. Uzun yıllar aradan sonra Mersinli sanatseverlerin karşısına çıkıyorum. Mersinli sanatseverleri Tosca operasını izlemeye bekliyorum” diye konuştu.

Başrol oyuncularından, Roma Emniyet Müdürü Scarpia karakterini canlandıran Kıvanç Uğraşbul da Atatürk’ün çok sevdiği eserde rol almanın mutluluğunu yaşadığını söyledi. Uğraşbul, sanatseverlerin kendilerini sahnede yalnız bırakmamalarını isteyerek, eserin çok şeyi anlattığını dile getirdi. Eseri sahneye koyan Rejisör Önder Gökseven, Tosca operasının, dünyanın en tanınmış operalarından biri olduğunu kaydederek, “Tosca, Puccini’nin büyük bir devidir. Dekoru, kostümü ve oyuncuları çok güzel bir prodüksiyon oldu. Sıkı bir çalışma yaptık. Bu güzel esere layık olacak bir prodüksiyon gerçekleştirdik. Umarım Mersinliler, beğendikleri Tosca’yı bu kez daha da beğenecekler” dedi.

Hürriyet Gazetesi arşivinde bulunan bu haberden alınmıştır.

29 Ocak 2011

İzleyicimizin Gözünden 4. Murat

Geçenlerde iş nedeniyle Mersin'deydim ve gitmişken sanatsal aktivitelere de katılmak istedim. Devlet Opera ve Balesi'nin sayfasına baktım. Tercihim 4. Murat isimli operadan yana oldu.

Tom ve Jerry ile büyümüş bir neslin caz, blues, swing, opera ve klasik müziğe aşina olması çok doğal. Bende o neslin bir ferdi olarak operayı seviyorum. Ama ne kadar sevsem de, geçmişte kimi eserlerden öffleyerek çıkmışlığım var.


Buna rağmen, 4. Murat'a önyargısız gittim. Yerlerimize oturduk. Müzik başladı...

Nasıl anlatmalı ki, bilemiyorum. Aman Allah'ım! O dekorlar, o kostümler....Bu kadar mı etkileyici, bu kadar mı güzel olur? Sarayın içinde dolanıyormuşuz gibi hissettik.

Eser bizi aldı, zamanda geriye doğru uçurdu ve 1630-1640 aralığına getirdi. Bize tek düşen "o an"ı izlemekti.Görseller elbette bu duyguda öncelikli etken ama asıl etken sanatçılardı.

Sanatçıları anlatmaya öncelikle Topal Recep Paşa'dan başlamak istiyorum. Çünkü sinir oldum! O gözler, o hinlik, o...o...ay deli etti beni! Bir ara kalkıp iki laf edeyim dedim! Bu kadar mı şerefsiz olur bir insan kardeşim! Adam resmen milleti gaza getirip koca Sultanı zor durumda bıraktırdı, sonra da kendini sadrazam ilan ettirdi. Boyun posun devrilsin e mi Sadrazam Recep Paşa, diye içimden söylenirken Sultanım bu işe yaramaz adamı boğdurttu da benimde içimin yağları eridi. Ohh sefam olsun!

Anlayacağınız, aslen Antalya'da görevli olan ve konuk sanatçı olarak orada bulunan Ümit Burak Tekinay çok başarılı bir performans sundu.

Ya o canım Nef'i? Şiirleri ile içimizi dağladı, gitti. Bekri Mustafa ise eserin en sevimli ve en eğlenceli karakteriydi. Bekri'nin meyhanesine tebdili kıyafet gelen 4. Murat'la sohbeti ise kahkahalarla izlediğimiz bir sahneydi. Hem Mustafa Özer'e, hem de Hasan Alptekin'e sonsuz sevgiler.

"Halk"ı canlandıranlara gelince...Kah güldürdüler kah düşündürdüler. Çok tatlılardı yahu. :)

Ve gelelim Sultanımıza. :)



Sevgili Kıvanç Uğraşbul'un canlandırdığı 4. Murat'ı nasıl anlatabilirim ki? Hani derler ya, anlatmak olmaz yaşamak lazım, evet aynen öyle. Yaşamanız, yani izlemeniz lazım. Sahnede duruşuyla ve bakışıyla gerçekten bir sultan, bir hükümdar vardı. Hükümdardı elbette ama o da insandı; ne kadar acı çektiğini, etrafında güvenecek kimse olmadığı için neler hissettiğini gördük. Yalnızlığına tanık olduk, intikam yeminlerini duyduk. Topuzu her havaya kaldırışında gücüne ve hırsına şahit olduk.

O koca Sultan'ın can dostu Nef'i yi öldürttüğü sahne vardı ki...Hükümdar olarak yapması gerekeni yaptı, emre itaat etmeyeni öldürttü. Ama o anda bile insan olarak hüznü ve pişmanlığı gözlerine yansıdı. Emir demiri kesti...

Eserin çok iddialı bir sahnesi 4. Murat'ın atla sahneye geldiği sahneydi. İddialı olduğu kadar muhteşemdi de, çünkü tarih kitaplarında gördüğümüz padişah o soluk görüntüden kurtuldu kanlı canlı bir hale geldi. İtiraf edeyim bu sahneyi Kıvanç Bey'e çok yakıştırdım.

Yeniden isyana yeltenen yeniçerilerine ve sipahilerine yaptığı konuşma ise beni çok duygulandırdı. Fırrkkk lar eşliğinde izledim. Müziğin mistik etkisi ve sanatçıların performansı ile duygu dolu dakikalar yaşadım.

Diyorum ya, eser bizi zaman kapsülünde geriye götürüp o günleri izletti.

Eserin kötü yanı yok muydu? Hmmm...Vardı ama aslında bu da, sonradan öğrendiğime göre, besteciden kaynaklanan bir hataymış. Bazı yerlerde orkestra (mesela ilk perde de Nef'i ile padişahın konuşması gibi) sanatçıların sesini bastıracak şekilde çalıyordu. Müzik baskın olduğu ve yukarda sözler ekranda yansımadığı için "Ama ne diyooo anlamıyorum ki!!" diye surat astım. Bu sorunun çözümü ses düzeninin daha farklı sağlanması olabilirmiş.

Neyse, ben gene de çok sevdim. Şu aralar Osmanlı tarihi ile ilgili ne okusam ne izlesem aklıma 4. Murat geliyor. Benim için çok iyi bir referans oldu.

Emeği geçen herkese tekrar sonsuz teşekkürler.

Mersin'de yaşayanlara ve yolu benim gibi kısa sürelide olsa düşenlere kesinlikle tavsiye ederim.
İlgili yazı Sevgili Sanat isimli siteden alınmıştır.

Atla Sahneye Gelen 4.Murat’a Tam Not

Mersin Devlet Opera ve Balesi (MDOB) Okan Demiriş’in “IV. Murat” operasının prömiyerini yaptı. Bugüne kadar birçok tiyatro oyunu, sinema filmi ve televizyon dizisine konu olan 3 perdelik opera dekoru, kostümleri ve kalabalık oyuncu kadrosu ile dikkat çekti. Sarayın ihtişamlı yaşamı, taht çekişmelerini konu alan eserde 4′ncü Murat’ın sahneye atla gelmesi ile sanatseverleri büyüledi.
Turan Oflazoğlu ve Okan Demiriş imzasını taşıyan 4′ncü Murat Operası, Murat Atak’ın atak rejisi ile Mersin Kültür Merkezi’nde sahneledi. Eseri izlemeye Mersin Valisi Hasan Basri Güzeloğlu, Kültür ve Turizm İl Müdürü Mehmet Çalışkan, MDOB Müdürü ve Sanat Yönetmeni Hasan Alptekin, Yönetmen Murat Atak ile 600 özel davetli katıldı.
Eserde rol alan sanatçıların davetlileri kapıda karşıladığı temsilde Osmanlı Padişahı 4′ncü Murat’ın hükümdar olduğu (1623-1640) dönemde, saray yaşamı, taht çekişmeleri, içki yasağı ve halkın arasına tebdili kıyafet karışmasını anlatan eseri sahneye taşındı. Dekor ve kostümlerinin yanı sıra kalabalık oyuncu kadrosuyla dikkat çeken eserde, “Sultan Murat” gücünün doruklara ulaştığı andaki ihtişamın verilmesi amacıyla sahneye at üstünde gelirken, sanatseverler de uzun süre alkış aldı.
Orkestra şefliğini Bujor Hoinic, koro şefliğini ise Zdravko Lazarov yaptığı eserin dekor tasarımı Erkut Uzelli, dekor uygulama Seyhan Atamer, köstüm tasarımı Nursun Ünlü, koreografı Tolga Ergen, ışık tasarımı Tarı Deniz üstlendi. Başlıca rollerde Kıvanç Uğraşbul, Nazlı Alptekin, Ümit Burak Tekinay, Mustafa Özer, Hasan Alptekin, Funda Uyanık, Okan Fidan, Hasan Berk, Hakan Bölükbaşı, Yusuf Ziya Büyükaslan, Ufuk Kasar, Özkan Çavdaroğlu, Serkan Karagöz, Erdem Özdemir, Korhan Dinçer ve Mehmet Okman yer alırken eseri galası ise 21 Ekim Perşembe günü yapılacak.
Eserin yönetmeni Murat Atak, tarihin tekerrürden ibaret olduğunu belirterek, “Osmanlı İmparatorluğunun bir kesitini alan eserde, Sultan Murat’ın küçük yaşlarda tahta çıkmasıyla başlayan, ancak Kösem Sultan’ın birkaç padişah boyunca süren iktidarını anlatıyor. Eserde, Yeniçeri ve Sipahi Ocaklarının ayaklanması, padişahın arkasından çevrilen dolaplar, saray entrikaları, iktidarın askeri kullanması, halkı ve aydınları yola getirmek için padişahın dini kullanması aktarılıyor. Kuran Kerim’deki ayetlerle halkın karşısına çıkıp böylelikle sözünün dinlenmesini sağlayarak büyük güç elde edebilen birinin bir süre sonra bu kontrolsüz gücünün kendisinin ve ülkesinin felaketine yol açması ortaya konuluyor” dedi.
Atak, Mersin’de bir süre sahnelenecek eserin Eskişehir’de bu yıl ilk kez düzenlenecek ‘Uluslararası Opera Festivali’ ve ‘Uluslararası İstanbul Opera Festivali’nde sanatseverlerin karşısına çıkacağını da sözlerine ekledi.

İlgili yazı Mimesis Dergi den alınmıştır.

28 Ocak 2011

Üstün Akmen'den 4. Murat Eleştirisi

MURAT ATAK, İLK OPERA SINAVINI MERSİN'DE VERDİ: "IV. MURAT"…    

IV. Murat (1612–1640), hiç kuşkusuz tarihimizin en ilginç padişahlardan biri. 11 yaşında tahta çıkmış ve on yedi yıl (1623–1640) annesinin naipliğinde devleti yönetmiş. Ama bu dönemde yönetimde daha çok, yüksek devlet görevlilerinin idam edilmesini isteyerek sık sık ayaklanan yeniçeriler ve sipahiler etkiliymiş. Bağdat’ın düşmesi ve Osmanlı kuvvetlerinin Safevilere yenilmesi gibi dış olaylara, Anadolu’da çıkan ayaklanmalar, devlet memurlarının görevlerini kötüye kullanmaları, hazinenin “yetmiş ‘cent’e” muhtaç kalması gibi olgular da eklenince, halkın merkezi yönetime karşı duyduğu hoşnutsuzluk artmış. 1632’de Recep Paşa’nın kışkırtmasıyla yeniçeri ve sipahiler baş kaldırarak, Sadrazam Müezzinzade Ahmet Paşa’yı öldürüp, Topal Recep Paşa’yı sadrazam eylemişler.

   Devletin darmadağınıklığı ve devlet otoritesinin zayıflığı dolayısıyla ülke karışıklıklar içinde kötü günler geçirmiş. IV. Murat yirmi yaşına ulaştığında gerçek kişiliğini bulmuş. Bütün işlere hâkim olmuş. Öncelikle yeniçeri ve sipahilerin şımarık ve zorbalıklarına son vermiş. Anadolu'daki zorbaları da temizledikten sonra, ordunun başına geçerek Iran seferine çıkmış. Önce Revan ve Tebriz'e girmiş, sonrasında şiddetli savaşlarla Bağdat'ı almış. Sonuç olarak, İranlılarla on yedi yıl süregelen savaşı Kasr-ı Şirin Antlaşması’na bağlamış, böylece küçük değişikliklerle günümüze değin korunmuş olan Osmanlı-İran sınırı saptanmış.

   Duraklama devrindeki padişahların en değerlisi olan IV. Murat, yirmi sekiz yaşında ölmüş. Tütünü ve alkolü yasaklamasına karşın sirozdan öldüğü de rivayet edilmekte. Padişahların en güçlü, atak ve zekisi olarak adına övgüler düzülen IV. Murat, A. Turan Oflazoğlu'nun (1932) librettosundan (ışıklar içinde yatsın) Okan Demiriş’in (1942–2010) bestesi ve Mersin Devlet Tiyatrosu’nun 2010–2011 sezonu yapımı olarak, ilk kez bir opera eserini yorumlayan Murat Atak’ın (1948) rejisiyle seyirci karşısına çıktı.

   Oflazoğlu eserinde, IV. Murat’ın, kendisini çocukken hırpalayan halkı, büyüdükten sonra baskı altına almasını anlatır. Anımsadığım kadarıyla daha önce iki kez sahne ışıklarına kavuştu, 1980 yılında da TRT’de Yücel Çakmaklı’nın yönetiminde beyaz cama çıktı. Cihan Ünal, Ayten Gökçer, Cüneyt Gökçer, Lütfü Seyfullah, Neslihan Danışman, Muammer Esi, İsmet Hürmüzlü’den oluşan kadro pek bir ilgi gördü. Öykünün içinde, toplumsal kargaşayı düzene çevirmek için canını dişine takmış bir hükümdar vardı. Çizilen, tek başınalığı içinde güçlü bir hükümdar portresiydi. Sultan Murat, her geçen gün daha ağırlaşan ve büyüyen topuzuyla, kargaşayı alt edip dış düzeni kurmayı başaracak, ancak iç dünyasındaki karışıklığa yenik düşecekti. Buydu söylemek istediği Oflazoğlu’nun. Oyunun sonunda, korktuğu için korkunç duruma düşen hükümdar, son nefesinde imgesel düşmanlarına karşı savaşıyordu. Turan Oflazoğlu’nun oyunu, tarihe tutarlı bir yaklaşım mıydı, değil miydi bugüne değin kurcalayıp duruyorum, ama ne yalan söyleyeyim tarihçi olmadığım için herhangi kesin bir sonuca ulaşamıyorum ya da mütevazılık gösterisi yapıp burada söylemekten kaçınıyorum.

   Okan Demiriş’in hüzünlü bir motifle başlayan uvertürünün, sonradan Itrî’nin “Salât-ı Ümmiye”sinden oluşan füg tarzı girişe dönüşmesini pek severim. Topal Recep Paşa motifini de… Ancak, Genç Osman türküsü, IV. Murat’ın buyruk ve korku motifi pek bir kopuktur. Kösem Sultan motifi, yeniçerilerin motifi… Tümünü birden ele alırsanız beste hepten kopuk kopuktur. Demiriş, aşırı ve yoğun çoksesliliğe yönelmemiş, çoksesliliği güç ve geniş ayrıntılı durağan formlarla destekleyerek kendi biçemini bulamamıştır. Yapıt atonaldir… Teknik mükemmellik ve düşünsel konsantrasyona ulaşım zayıftır. Örneğin Sadrazam Topal Recep Paşa ile Kösem Sultan’ın düetleri olamazcasına zordur, hatta solistler açısından kaostur. Okan Demiriş’in bestesine “tam olmamış bir beste” dersem, elbette hem haddimi aşmış olurum, hem de pişmiş aşa su katarım. İyisi mi, “IV. Murat”ın bu yanını konunun uzmanlarına terk ederek atlayayım. Tolga Ergen’in koreografisinin de bilerek ve isteyerek üstünden sıçrayayım.

   Yönetmen Murat Atak, tüm kısıtlı olanaklara karşın (örneğin ikinci kast) “spektaküler” bir yapım için kollarını sıvadığında, hiç kuşkum yok ki, işe doğal olarak oyun metnini mizacının özelliği olan kişisel açıdan görerek başlamış. “IV. Murat”ı, IV. Murat’ı yansıtacak koşullar içinde sahnelemek istemiş. Oyuncular üzerindeki etkisini denektaşına vurmuş, büyültmüş, bağrına basmış, beslemiş, değiştirmiş. “IV. Murat”; ağacın gelişmesi, şıranın mayalanıp şaraba dönüşmesi, hamurun kabarması gibi canlanmaya başlamış, sürükleyici bir güç kazanmış. Bu güçle, oyuncularını da sarıp sarmalamış, oyuncuların da güçlendiğini anbean gözlemlemiş Atak. Zamanı gelmiş, bütün buyruklarını saman çöpleri örneği havaya fırlatıp atmış, buyruklarının havada çiçek açtığına, doğum yoluyla yaşama kavuştuklarına tanık olmuş. Metinde geçen Yeniçeri ve Sipahi Ocakları’nın ayaklanmasını, padişahın arkasında döndürülen dolapları, saray entrikalarını, iktidarın askeri kullanmasını, halkı ve aydınları yola getirmek için padişahın dini nasıl siyasetine alet ettiğini, Kuran’daki ayetlerle halkın karşısına çıkışını, böylelikle sözünün dinlenmesini nasıl elde ettiğini hep öne çekmiş. Padişah’ın ölüm nedeni siroz mudur, zehirlenme midir, mizanseniyle seyircinin kafasına soru işareti getirmiş. Uvertür, giriş, arya, resitatif, düet, terzet, kuartet, kentet, dans, koro, final gibi kendine özgü öğeleri yanı sıra, operanın da önünde sonunda bir oyun olduğunu unutmamış, teatral malzemeye bolca yer vermiş. Ondan sonra: “Perde,” demiş. Ortaya gerçekten de bir ‘dönem oyunu’nun nasıl sunulması gerektiğinin somut örneği çıkmış. Dünya prömiyeri 3 Mayıs 1980’de İstanbul’un şimdi “metruk” AKM’sinde yapılmış olan “IV. Murat”, malûmunuzdur geçen sezon Ankara’da yeniden seyircisiyle buluştu. Ankara’da dekor tasarımı Erkut Uzelli’ye aitti. Uzelli’nin dekor tasarımı Mersin’de, sarayın mimari görkemini pek yansıtmayan, ama titizlikle ve dönemin estetik duygularına inilerek, dar sahne olanakları da olabildiğince kullanılarak A. Seyhan Atamer tarafından uyarlanmış. Nursun Ünlü, sarayın parıltısını, pırıltısını sahneye başarıyla yansıtırken ince zevkini de kostümlere işlemiş. Köçek giysilerini de hayli gösterişli tasarlamış. Eee, döneminde de pahalı kumaşlardan yapılır, işlemelerle bezenirmiş köçek giysileri. Kadife üstüne sırma işlemeli mintan, canfes cepken, sırmalı üstüfeden “dört kubbe” denilen sırma saçaklı eteklik, sırma işlemeli kemer. Nursun Ünlü, köçek giysilerini olabildiğince zengin tutmakla pek iyi etmiş. Oyun genelinde de mükemmele erişmiş. Tarı Deniz’in ışığı, tıpkı sıcak bir odaya giren insanın sıcaklığı görmediği halde duyumsaması gibi… İyi üstü.

   Yeniçerileri, Sipahileri, Eşkıyaları, Bostancıları canlandıranların işlerini ciddiye almalarına, oyun disiplinlerine sözüm yok. Murat Atak’ın “black out” yerine oyuna eklediği ve kullandığı halktan insanlarda R. Ufuk Kasar, Özkan Çavdaroğlu, Serkan Karagöz, Erdem Özdemir Murat Atak ne söylemişse harfiyen yerine getiriyor. Yusuf Ziya Büyükaslan, Sadrazam Kara Mustafa Paşa’da iyi. Hasan Berk Bostancıbaşı’na başarıyla hayat veriyor. Hasan Bölükbaşı İstanbullu’da, Okan Fidan Silahtar’da, Bariton Mehmet Okman Şeyhülislam’da, Bariton Korhan Dinçer Hafız Paşa’da görevlerini yapmakta. Bas E. Hasan Alptekin, Murat Atak’ın yaratıcılığıyla oyuna pek güzel oturtulan meyhane sahnesinde Bekri Mustafa tiplemesini eski Karagöz oyunlarında görülen ve nedense daima Bekri Mustafa ile özdeşleştirilen Matiz, Sarhoş, Tek Bıyık, Tuzsuz Deli Bekir ya da Zeybek gibi tiplerden Bekri Mustafa’yı ayırmayı başararak mükemmel can veriyor. Hasan Alptekin’in bas sesi dramatik renklerin ağırlık kazandığı güzel bir ses. Alptekin’in lirizm anlayışı da çok iyi…

   Tenor Mustafa Özer, Şair Nef’i’de genel anlamda başarılı, ama üçüncü perdedeki yangın tablosunda pek bir isteksiz. Sadrazam Topal Recep Paşa’da Antalya Devlet Opera ve Balesi’nden gelen konuk Bariton Ümit Burak Tekinay, gözlerinin ve yüzünün incelikli ifade araçlarını pek güzel kullanıyor. Sesi, sözcükleri, tınıları, tonlamaları iyi… Soprano S. Nazlı Alptekin Kösem Sultan’ın içine girmiş. Düzgün vibratosu, dramatik tonlaması, sahneyi dolduran fiziksel özellikleriyle fevkalade başarılı. Rol yeteneği iyi, sahne hâkimiyeti de var. Okuduğu her hecenin hakkını vermesi de, hiç kuşkum yok ki aranılan bir özellik. Sesi yüksek yoğunluklu ve dramatik şarkıcılığa uygun…

   Bir de Dilfigâr Kalfa’da Funda Uyanık var. Soprano Funda Uyanık’ın sesi kayda alınıp tekrar tekrar dinlenecek bir ses. Funda Uyanık, Dilfigâr karakteriyle şarkı söyleme sanatının en harika örneklerinden birini vermekte. Uyanık’ın sesi gençlik kokuyor ve dolu dolu. Nüans aralıklarını aryasında daraltmamasıyla dikkat çekiyor. “Pianissimo legato”ları da dolgun ve kendine güven duyan soprano tonlarında. Yazık, böyle sesler (Bas Kıvanç Uğraşbul, Soprano Nazlı Alptekin, Ümit B. Tekinay, Bas Hasan Alptekin de bu kanıma dâhildir) zaman zaman Ankara’ya, İstanbul’a da gönderilmeli derim ben, başka da bir şey demem.

   Bujor Hoinic yönetimindeki orkestranın, özellikle birinci perde başındaki uvertürde mükemmele yaklaştığını; uvertüre egemen olan mistik duygusallığı ve duyarlılığı pek güzel yansıttığını söylemeliyim. Kuran sahnesindeki homojenlik de bence alkışlanmalı. Bakır sazların forteliğinde Soprano Nazlı Alptekin’in, Bas Kıvanç Uğraşbul’un güçlü sesleri yok oluyorsa eminim ki bunda Şef Hoinic’in gıdım günahı yoktur. Yüksek yazmışsa Demiriş, ne halt etsin Hoinic! Kimi entonasyon hataları ise sanırım enstrümanların eskiliğinden falan kaynaklanmakta. Kısaca, Şef Bujor Hoinic’in sahne üstünü de, orkestrayı da başarıyla yönettiğini söyleyebilirim. Orkestra/solistler/koro arasındaki dengeyi başarıyla sağlıyor, akıcı bir yönetim sergiliyor. Gizemli ve mistik akorlarla başlayan ilk temalardan itibaren, Hoinic’in dinleyeni yorumuyla etkisi altına aldığını söyleyerek yazıya devam etmeliyim. Uvertürdeki minör gamların hüzünlü havası, orkestra tarafından pek güzel verildiği gibi, artarda sıralanan gel-gitlerde salınan majör gamların yorumlanışı, “güç-imgesel düşman” ikilemi dramatik bir gerilim içinde güçlü bir etkileşimle çiziliyor. Zdravko G. Lazarov yönetimindeki on yedi kişilik son derece “mütevazı” koro, özellikle “ensemble”larda oyuna katkı sağlıyor.

   İnandığım şu ki, sanatsal istek yaratıcılıkta harekete geçirici bir gücü oluşturmakta. İsteğe eşlik eden heyecan verici büyülenme, burada titiz bir eleştirmen, açıkgöz bir araştırmacı niteliğinde. IV: Murat’ı canlandıran Bas Kıvanç Uğraşbul için, IV: Murat’ın derinliklerine giden yol göstericiyi, sanatsal şevki ve şevkine eşlik ettirdiği heyecan verici büyülenmesiyle bulmuş diyeceğim. Uğraşbul, birinci perdedeki “Kullarım, vazgeçin veremem onu” aryasından başlayarak eserin sonuna kadar sanatsal isteğinin, hevesinin, sevincinin, neşesinin dizginlerini kapıp koyuvermiş. Murat Atak da, bu koyuvermenin başını bilinçli olarak serbest bırakmış. Kıvanç Uğraşbul, kimi yerde isteği, hevesi, sevinci, neşeyi birbirine bulaştırıyor; yeri geliyor oyundan uzaklaşıyor, oyunu ya da parçalarını yeniden okuyor; özel olarak hoşuna giden yerlerde yoğunlaşıyor; yeni keşfettiği cevherlerini, güzelliklerini göstermek istiyor ve heyecanlanıyor… Heyecanını hep canlı tutuyor. Rol yapmıyor, heyecan duyuyor.

   Hiç çekinmeden söylerim, “IV. Murat”, Mersin Devlet Opera ve Balesi’nin açık yüreklilikle övünebileceği dört dörtlük bir yapım derim.

   Sonuç olarak, operaseverlerin de değer bilmesini dilerim.