6 Şubat 2011

Eğrikapılı Ali

İzlediğim başka operalar ve sanatçılarla karşılaştırınca, 4. Murat ekibinin ne kadar başarılı olduğunu bir kez daha gördüm. Sadece başrol değil, tüm roller gerçek bir ekip ruhu ve profesyonellikle sahnede yerlerini almıştı. Bunda sanırım en büyük tebriği reji Murat Atak hakediyor; hem böyle bir ekibi bir araya getirdiği hem de, başkalarının aksine, oyuncuları kendi kaprislerine kurban vermediği için.
Sadece bir eserle kişi hakkında bilgi edinmek / yorum yapmak / ebedi hayranı oldum demek / karar vermek vs mümkün değil. Yapılsa da bence doğru değil.

O yüzden, her ne kadar 4. Murat'taki oyunculuğunu beğenmiş olsamda, sevgili Kıvanç Uğraşbul'un diğer temsillerini izleyene kadar karar vermek ve sadece bir roldeki başarısından dolayı beklenti içine girmek istemedim. Bilirsiniz, bazen gözünüzde çok büyütürsünüz sonra herşey balon çıkar.

Geçenlerde bir diğer temsilini CD'den izledim: İstanbulname.

Eser için ne desem az! Dekorlarda kostümlerde yerinde. Eserin kendiside harika. Ama ben bu kez oyunu anlatmak yerine (ki onu da başka bir sefere bırakıyorum) Kıvanç Uğraşbul' u anlatacağım.

Zat-ı Şahanemiz, değerli Sultanımız, bu kez bambaşka bir adam olarak karşımızda duruyor. Murat olarak izleyici ile arasına koyduğu mecburi mesafeyi yıkıp, tanıdığımız-bildiğimiz-karşılaştığımız ya da varlığını duyduğumuz biri haline dönüşüveriyor: Eğrikapılı Ali.

İlk gösteride sahneyi soylu havası ve ihtişamı ile dolduran sanatçının, bir diğer rolde halktan bir tiplemeyi bu kadar güzel üzerine oturtması (ve yine sahneyi doldurması) tek bir şey ile açıklanabilir: Yetenek!

Her sahnede ayrı bir cıvıltı, ayrı bir keyif yaşatıyor olsa da benim eserde en sevdiğim sahne "Vatanım İstanbul" isimli aryayı söylediği an.

Oyunun tamamını size izletemem, keşke izletebilsem. Ama bahsettiğim aryanın linkini buraya ekliyorum ki sizde görebilin.

İzlerken sahneye gelişini, tavırlarını ve yüzündeki ifadeyi çok iyi takip edin. Parçayı çok güzel söylemesini bir yana bırakın, o zaten tartışılmaz. Ama beden dilinden ne kadar keyif aldığını, ne kadar hissederek oynadığını ve bizi oyunun içine çekmeye çalıştığını çok rahat görebileceksiniz.

Ön sırada oturanlar belki gerçek hayatta tanıdığı insanlar. Onlara bakışında ve selam verişinde hem Kıvanç Uğraşbul'u hem de Eğrikapılı Ali'yi görüyorsunuz. Çünkü o artık sadece Kıvanç değil, aynı zamanda Ali olmuş. Ya da...Daha çok Ali olmuş. :)

Aryasını bitirmeden ve alkışa boğulmadan az önce ise gözlerini çaktırmadan izleyiciye dikip, üzerimizde yarattığı etkiye bakışına dikkat edin. Biz ne kadar halimizden memnunsak, o da bizler üzerinde yarattığı etkiden memnun oluyor ve yüzüne işini layığıyla yapmış olmanın mutluluğu oturtuyor. Hafif çapkın bir bakışla izleyiciyi son bir kez süzüyor ve herkesi avcunun içine alıyor. O an yüzündeki gülümseme sanatçı şımarkılığı değil; sadece işini başarmanın hazzının duyuyor.

Alkış yağmurunaysa Ali olarak (ve eser dışına çıkarak) "Eyyvallaaahhh" diye selamı basıp ortadan kayboluyor. Ama zaten o an bize sanatçı selamı verse, bizi içinde bulunduğumuz hayal aleminden koparıverirdi. Bu tavrı bile bizi oyunu içine nasıl çektiğinin bir göstergesi değil midir?

O giderken siz, iki uç karakteri bu kadar başarı ile oynayan sanatçıya biraz hayranlık biraz da gıpta ile bakıyor, onu sahnede izlediğiniz her anın tadını çıkarmaya karar veriyorsunuz. Ki ben öyle yaptım. :)

Son sözüm:

Kıvanç Uğraşbul'un ebedi hayranı olmam için daha çok zaman var. Ama eğer diğer eserlerde de böyle ise, sürecin çok uzayacağını sanmıyorum. Şu ana kadar izlemekten çok keyif aldım.
Hayatınızda bir kere bile operaya gitmemiş ve gitmeyi düşünmemiş olsanız, hatta ve hatta operadan nefret ediyor olsanız dahi ...gene de Kıvanç Uğraşbul'u ve Mersin DOB'un sanatçılarını bir kere izleyin derim. Eminim ki sonrasında siz , eski siz olmayacaksınız! :)
Not: İlgili yazı Sevgili Sanat isimli blogdan alınmıştır.

3 Şubat 2011

Tanıdıklarının Gözünden Kıvanç Uğraşbul





Opera ve baleye dair şeyler ülkemizde çok oturmuş / sindirilmiş faaliyetler-sanatsal olaylar - uğraşlar ya da meslekler sayılmaz. Ama O gene de bunu tercih etmiş biri.
Neden, nasıl, ne zaman ve kimle sorularına daha sonra kendi ağzından cevap bulacaksınız.

Belki O'nu sahnede, belki sadece buradaki linklerde izlediniz. Yani bir şekilde nasıl bir sanatçı olduğunu anladınız. Farklı rollere bürünüşünü gördünüz.

Peki "Bu sanatçı dediğimiz insanlar nasıl adamlardır? Burunların Kaf Dağı'nda mı yoksa ardında mıdır? Yürümezde havada mı süzülürler acaba? Tanıştıklarında elinizi sıkarlar mı yoksa küçümser tavırla yüzünüze mi bakarlar? Ellerinde pipo, üstlerinde ropdöşambırla mı dolanırlar sürekli? Evlerinde Callas dinleyip entel sohbetler mi yaparlar? Ya ben oradaysam ne dediklerini anlar mıyım??"....gibi sorular aklınıza hiç gelmiyor mu? Benim geliyor.

Bazen bir gösteriden çıkınca oradaki sanatçıların bir araya gelip "Mirimmm..." diye başlayan ve benim tek kelimesini anlayamadım sohbetler yaptığını düşünürüm. Hele de o sanatçı yetenekliyse, çook yetenekliyse, bende olmayan özelliklerinden dolayı onu daha da olağanüstü görürüm ve "havasından geçilmez" diye yanına yaklaşmaya çekinirim. Belki o yetenek bende olsa benim yanıma yaklaşılmazdı!!

Ama O öyle bir adam değil. Üstelik, kimse tarafından inkar edilemez şekilde yetenekli çünkü karaktere sadece ses vermiyor, ruh katıyor - kanlı canlı hale getiriyor. Buna rağmen kesinlikle şımarmıyor.

Asla kendini beğenmiş değil. Tam tersi, çok "insan". Örneğin, uzaktan uzağa tavırlarına sinir olduğu ve içten içe söylendiği biri genç yaşta vefat edince, sanki kendi sebep olmuş gibi kendini kahredecek ve "Neden böyle yaptım ki? O da öyle bir insandı. Hay Allah yaa" diyecek kadar insan.

Canı sıkkın olduğu anlarda dahi karşısındakine "Sesin kötü, nen var?" diyecek kadar düşünceli.

Bunun yanı sıra, tahmin edemeyeceğiniz kadar komik. Fıkra anlatmakta bir sanattır ve sağolsun O, bu konuda da sanatını konuşturuyor. Kah sesini değiştirip, kah o yöre ağzından konuşup, yerinde duramadan resmen yaşayarak anlattığı fıkralarda da kahramanlara can katıyor. Üstelik anlatıkları öyle bir yer ediyor ki aklınıza, en ciddi olmanız gereken yerde bir anda aklınıza gelen fıkra ile gülmemek için kasılıp kızarıp bozarıp kalıyorsunuz!

Gerçi yalan yok, bazen sinir bozucu da olabiliyor ama o anlarda sanatçı kaprisi sayılabilir. Hem o kadar kusur kadı kızında da var canım! Ya da şöyle söyleyeyim, hepimiz kadar sinir bozucu olabiliyor.

Şimdi elimde bir mikrofon olsa ve O'nu tanıyanlara uzatsam, kimi çoook güzel şeyler söyler, kimi kötü; kimi sessiz durur sadece gülümser, kimi söyler ama boş söyler...Kısaca O'nu anlatmak için farklı farklı bir çok şey sıralarlar.

Ama hepsinin bir ortak noktası olur. O'nu tanımanın hayatınıza bir renk kattığını kimse inkar edemez: Kimisine kırmızı, kimisine lacivert, kimisine pembe, kimisine siyah....

Bu blogda sanatçı yönünü göreceğiniz adamın bize benzer yönlerini anlatmak istedim size. Sanatçı yönü kadar insan yönününde saygın olduğunu bilin istedim. Gene de çok detay vermedim, zamanla tanıyın istedim.

İşte benim gözümden Kıvanç Uğraşbul böyle bir insan: Komik, insancıl, iyi niyetli ve bazen sinir bozucu! :)