30 Ocak 2011

4. Murat - Fotograflar (1)


Atatürk’ün En Çok Sevdiği Opera Sahnelenecek


Mersin Devlet Opera ve Balesi Müdürlüğü (MDOB) Atatürk’ün çok sevdiği Giacomo Puccini’nin ölümsüz eseri 3 perdelik Tosca operasının prömiyeri yapılacak.

MDOB Müdürü ve Sanat Yönetmeni Hasan Alptekin, düzenlediği basın toplantısında dünya opera literatürünün başyapıtlarından olan Tosca’yı sahneye taşıyacaklarını söyledi. Atatürk’ün en çok sevdiği opera olan Tosca’nın prömiyerini yarın akşam gerçekleştireceklerini belirten Hasan Alptekin, “Konuk rejisörümüz Önder Gökseven İstanbul’dan geldi. Aynı eserin galası 3 Kasım günü tekrar sahnelerimizde olacak. Solisti, figüranı ve orkestrası, kalabalık bir kadro ile Tosca’yı sahneye taşıyoruz. Bu bir ekip işi. Sanatseverlerde izlemeye geldiklerinde bunu görecekler. Sahnenin görkeminden de ihtişamından da anlaşılacaktır” dedi.

9 yıldır, birçok Tosca temsilinde başrol alması nedeniyle ‘Tosca Kraliçesi’ olarak anılan ve 2 yıl önce Aspendos Opera ve Balesi Festivali sırasında sahnede kayarak dizi yerinden çıkan ünlü soprano Reyhan Gökbil de eserin başrolünü üstleniyor.

Gökbil, eserde rol almasının kendisini mutlu ettiğini belirterek, “Ankara Devlet Opera ve Balesi sanatçısı olarak davetli olarak geldim. Tosca rolü ile sahneye kaç kere çıktım, sayısını saymadım. 2000 yılından buyana Tosca’yı icra ediyorum. Uzun yıllar aradan sonra Mersinli sanatseverlerin karşısına çıkıyorum. Mersinli sanatseverleri Tosca operasını izlemeye bekliyorum” diye konuştu.

Başrol oyuncularından, Roma Emniyet Müdürü Scarpia karakterini canlandıran Kıvanç Uğraşbul da Atatürk’ün çok sevdiği eserde rol almanın mutluluğunu yaşadığını söyledi. Uğraşbul, sanatseverlerin kendilerini sahnede yalnız bırakmamalarını isteyerek, eserin çok şeyi anlattığını dile getirdi. Eseri sahneye koyan Rejisör Önder Gökseven, Tosca operasının, dünyanın en tanınmış operalarından biri olduğunu kaydederek, “Tosca, Puccini’nin büyük bir devidir. Dekoru, kostümü ve oyuncuları çok güzel bir prodüksiyon oldu. Sıkı bir çalışma yaptık. Bu güzel esere layık olacak bir prodüksiyon gerçekleştirdik. Umarım Mersinliler, beğendikleri Tosca’yı bu kez daha da beğenecekler” dedi.

Hürriyet Gazetesi arşivinde bulunan bu haberden alınmıştır.

29 Ocak 2011

İzleyicimizin Gözünden 4. Murat

Geçenlerde iş nedeniyle Mersin'deydim ve gitmişken sanatsal aktivitelere de katılmak istedim. Devlet Opera ve Balesi'nin sayfasına baktım. Tercihim 4. Murat isimli operadan yana oldu.

Tom ve Jerry ile büyümüş bir neslin caz, blues, swing, opera ve klasik müziğe aşina olması çok doğal. Bende o neslin bir ferdi olarak operayı seviyorum. Ama ne kadar sevsem de, geçmişte kimi eserlerden öffleyerek çıkmışlığım var.


Buna rağmen, 4. Murat'a önyargısız gittim. Yerlerimize oturduk. Müzik başladı...

Nasıl anlatmalı ki, bilemiyorum. Aman Allah'ım! O dekorlar, o kostümler....Bu kadar mı etkileyici, bu kadar mı güzel olur? Sarayın içinde dolanıyormuşuz gibi hissettik.

Eser bizi aldı, zamanda geriye doğru uçurdu ve 1630-1640 aralığına getirdi. Bize tek düşen "o an"ı izlemekti.Görseller elbette bu duyguda öncelikli etken ama asıl etken sanatçılardı.

Sanatçıları anlatmaya öncelikle Topal Recep Paşa'dan başlamak istiyorum. Çünkü sinir oldum! O gözler, o hinlik, o...o...ay deli etti beni! Bir ara kalkıp iki laf edeyim dedim! Bu kadar mı şerefsiz olur bir insan kardeşim! Adam resmen milleti gaza getirip koca Sultanı zor durumda bıraktırdı, sonra da kendini sadrazam ilan ettirdi. Boyun posun devrilsin e mi Sadrazam Recep Paşa, diye içimden söylenirken Sultanım bu işe yaramaz adamı boğdurttu da benimde içimin yağları eridi. Ohh sefam olsun!

Anlayacağınız, aslen Antalya'da görevli olan ve konuk sanatçı olarak orada bulunan Ümit Burak Tekinay çok başarılı bir performans sundu.

Ya o canım Nef'i? Şiirleri ile içimizi dağladı, gitti. Bekri Mustafa ise eserin en sevimli ve en eğlenceli karakteriydi. Bekri'nin meyhanesine tebdili kıyafet gelen 4. Murat'la sohbeti ise kahkahalarla izlediğimiz bir sahneydi. Hem Mustafa Özer'e, hem de Hasan Alptekin'e sonsuz sevgiler.

"Halk"ı canlandıranlara gelince...Kah güldürdüler kah düşündürdüler. Çok tatlılardı yahu. :)

Ve gelelim Sultanımıza. :)



Sevgili Kıvanç Uğraşbul'un canlandırdığı 4. Murat'ı nasıl anlatabilirim ki? Hani derler ya, anlatmak olmaz yaşamak lazım, evet aynen öyle. Yaşamanız, yani izlemeniz lazım. Sahnede duruşuyla ve bakışıyla gerçekten bir sultan, bir hükümdar vardı. Hükümdardı elbette ama o da insandı; ne kadar acı çektiğini, etrafında güvenecek kimse olmadığı için neler hissettiğini gördük. Yalnızlığına tanık olduk, intikam yeminlerini duyduk. Topuzu her havaya kaldırışında gücüne ve hırsına şahit olduk.

O koca Sultan'ın can dostu Nef'i yi öldürttüğü sahne vardı ki...Hükümdar olarak yapması gerekeni yaptı, emre itaat etmeyeni öldürttü. Ama o anda bile insan olarak hüznü ve pişmanlığı gözlerine yansıdı. Emir demiri kesti...

Eserin çok iddialı bir sahnesi 4. Murat'ın atla sahneye geldiği sahneydi. İddialı olduğu kadar muhteşemdi de, çünkü tarih kitaplarında gördüğümüz padişah o soluk görüntüden kurtuldu kanlı canlı bir hale geldi. İtiraf edeyim bu sahneyi Kıvanç Bey'e çok yakıştırdım.

Yeniden isyana yeltenen yeniçerilerine ve sipahilerine yaptığı konuşma ise beni çok duygulandırdı. Fırrkkk lar eşliğinde izledim. Müziğin mistik etkisi ve sanatçıların performansı ile duygu dolu dakikalar yaşadım.

Diyorum ya, eser bizi zaman kapsülünde geriye götürüp o günleri izletti.

Eserin kötü yanı yok muydu? Hmmm...Vardı ama aslında bu da, sonradan öğrendiğime göre, besteciden kaynaklanan bir hataymış. Bazı yerlerde orkestra (mesela ilk perde de Nef'i ile padişahın konuşması gibi) sanatçıların sesini bastıracak şekilde çalıyordu. Müzik baskın olduğu ve yukarda sözler ekranda yansımadığı için "Ama ne diyooo anlamıyorum ki!!" diye surat astım. Bu sorunun çözümü ses düzeninin daha farklı sağlanması olabilirmiş.

Neyse, ben gene de çok sevdim. Şu aralar Osmanlı tarihi ile ilgili ne okusam ne izlesem aklıma 4. Murat geliyor. Benim için çok iyi bir referans oldu.

Emeği geçen herkese tekrar sonsuz teşekkürler.

Mersin'de yaşayanlara ve yolu benim gibi kısa sürelide olsa düşenlere kesinlikle tavsiye ederim.
İlgili yazı Sevgili Sanat isimli siteden alınmıştır.

Atla Sahneye Gelen 4.Murat’a Tam Not

Mersin Devlet Opera ve Balesi (MDOB) Okan Demiriş’in “IV. Murat” operasının prömiyerini yaptı. Bugüne kadar birçok tiyatro oyunu, sinema filmi ve televizyon dizisine konu olan 3 perdelik opera dekoru, kostümleri ve kalabalık oyuncu kadrosu ile dikkat çekti. Sarayın ihtişamlı yaşamı, taht çekişmelerini konu alan eserde 4′ncü Murat’ın sahneye atla gelmesi ile sanatseverleri büyüledi.
Turan Oflazoğlu ve Okan Demiriş imzasını taşıyan 4′ncü Murat Operası, Murat Atak’ın atak rejisi ile Mersin Kültür Merkezi’nde sahneledi. Eseri izlemeye Mersin Valisi Hasan Basri Güzeloğlu, Kültür ve Turizm İl Müdürü Mehmet Çalışkan, MDOB Müdürü ve Sanat Yönetmeni Hasan Alptekin, Yönetmen Murat Atak ile 600 özel davetli katıldı.
Eserde rol alan sanatçıların davetlileri kapıda karşıladığı temsilde Osmanlı Padişahı 4′ncü Murat’ın hükümdar olduğu (1623-1640) dönemde, saray yaşamı, taht çekişmeleri, içki yasağı ve halkın arasına tebdili kıyafet karışmasını anlatan eseri sahneye taşındı. Dekor ve kostümlerinin yanı sıra kalabalık oyuncu kadrosuyla dikkat çeken eserde, “Sultan Murat” gücünün doruklara ulaştığı andaki ihtişamın verilmesi amacıyla sahneye at üstünde gelirken, sanatseverler de uzun süre alkış aldı.
Orkestra şefliğini Bujor Hoinic, koro şefliğini ise Zdravko Lazarov yaptığı eserin dekor tasarımı Erkut Uzelli, dekor uygulama Seyhan Atamer, köstüm tasarımı Nursun Ünlü, koreografı Tolga Ergen, ışık tasarımı Tarı Deniz üstlendi. Başlıca rollerde Kıvanç Uğraşbul, Nazlı Alptekin, Ümit Burak Tekinay, Mustafa Özer, Hasan Alptekin, Funda Uyanık, Okan Fidan, Hasan Berk, Hakan Bölükbaşı, Yusuf Ziya Büyükaslan, Ufuk Kasar, Özkan Çavdaroğlu, Serkan Karagöz, Erdem Özdemir, Korhan Dinçer ve Mehmet Okman yer alırken eseri galası ise 21 Ekim Perşembe günü yapılacak.
Eserin yönetmeni Murat Atak, tarihin tekerrürden ibaret olduğunu belirterek, “Osmanlı İmparatorluğunun bir kesitini alan eserde, Sultan Murat’ın küçük yaşlarda tahta çıkmasıyla başlayan, ancak Kösem Sultan’ın birkaç padişah boyunca süren iktidarını anlatıyor. Eserde, Yeniçeri ve Sipahi Ocaklarının ayaklanması, padişahın arkasından çevrilen dolaplar, saray entrikaları, iktidarın askeri kullanması, halkı ve aydınları yola getirmek için padişahın dini kullanması aktarılıyor. Kuran Kerim’deki ayetlerle halkın karşısına çıkıp böylelikle sözünün dinlenmesini sağlayarak büyük güç elde edebilen birinin bir süre sonra bu kontrolsüz gücünün kendisinin ve ülkesinin felaketine yol açması ortaya konuluyor” dedi.
Atak, Mersin’de bir süre sahnelenecek eserin Eskişehir’de bu yıl ilk kez düzenlenecek ‘Uluslararası Opera Festivali’ ve ‘Uluslararası İstanbul Opera Festivali’nde sanatseverlerin karşısına çıkacağını da sözlerine ekledi.

İlgili yazı Mimesis Dergi den alınmıştır.

28 Ocak 2011

Üstün Akmen'den 4. Murat Eleştirisi

MURAT ATAK, İLK OPERA SINAVINI MERSİN'DE VERDİ: "IV. MURAT"…    

IV. Murat (1612–1640), hiç kuşkusuz tarihimizin en ilginç padişahlardan biri. 11 yaşında tahta çıkmış ve on yedi yıl (1623–1640) annesinin naipliğinde devleti yönetmiş. Ama bu dönemde yönetimde daha çok, yüksek devlet görevlilerinin idam edilmesini isteyerek sık sık ayaklanan yeniçeriler ve sipahiler etkiliymiş. Bağdat’ın düşmesi ve Osmanlı kuvvetlerinin Safevilere yenilmesi gibi dış olaylara, Anadolu’da çıkan ayaklanmalar, devlet memurlarının görevlerini kötüye kullanmaları, hazinenin “yetmiş ‘cent’e” muhtaç kalması gibi olgular da eklenince, halkın merkezi yönetime karşı duyduğu hoşnutsuzluk artmış. 1632’de Recep Paşa’nın kışkırtmasıyla yeniçeri ve sipahiler baş kaldırarak, Sadrazam Müezzinzade Ahmet Paşa’yı öldürüp, Topal Recep Paşa’yı sadrazam eylemişler.

   Devletin darmadağınıklığı ve devlet otoritesinin zayıflığı dolayısıyla ülke karışıklıklar içinde kötü günler geçirmiş. IV. Murat yirmi yaşına ulaştığında gerçek kişiliğini bulmuş. Bütün işlere hâkim olmuş. Öncelikle yeniçeri ve sipahilerin şımarık ve zorbalıklarına son vermiş. Anadolu'daki zorbaları da temizledikten sonra, ordunun başına geçerek Iran seferine çıkmış. Önce Revan ve Tebriz'e girmiş, sonrasında şiddetli savaşlarla Bağdat'ı almış. Sonuç olarak, İranlılarla on yedi yıl süregelen savaşı Kasr-ı Şirin Antlaşması’na bağlamış, böylece küçük değişikliklerle günümüze değin korunmuş olan Osmanlı-İran sınırı saptanmış.

   Duraklama devrindeki padişahların en değerlisi olan IV. Murat, yirmi sekiz yaşında ölmüş. Tütünü ve alkolü yasaklamasına karşın sirozdan öldüğü de rivayet edilmekte. Padişahların en güçlü, atak ve zekisi olarak adına övgüler düzülen IV. Murat, A. Turan Oflazoğlu'nun (1932) librettosundan (ışıklar içinde yatsın) Okan Demiriş’in (1942–2010) bestesi ve Mersin Devlet Tiyatrosu’nun 2010–2011 sezonu yapımı olarak, ilk kez bir opera eserini yorumlayan Murat Atak’ın (1948) rejisiyle seyirci karşısına çıktı.

   Oflazoğlu eserinde, IV. Murat’ın, kendisini çocukken hırpalayan halkı, büyüdükten sonra baskı altına almasını anlatır. Anımsadığım kadarıyla daha önce iki kez sahne ışıklarına kavuştu, 1980 yılında da TRT’de Yücel Çakmaklı’nın yönetiminde beyaz cama çıktı. Cihan Ünal, Ayten Gökçer, Cüneyt Gökçer, Lütfü Seyfullah, Neslihan Danışman, Muammer Esi, İsmet Hürmüzlü’den oluşan kadro pek bir ilgi gördü. Öykünün içinde, toplumsal kargaşayı düzene çevirmek için canını dişine takmış bir hükümdar vardı. Çizilen, tek başınalığı içinde güçlü bir hükümdar portresiydi. Sultan Murat, her geçen gün daha ağırlaşan ve büyüyen topuzuyla, kargaşayı alt edip dış düzeni kurmayı başaracak, ancak iç dünyasındaki karışıklığa yenik düşecekti. Buydu söylemek istediği Oflazoğlu’nun. Oyunun sonunda, korktuğu için korkunç duruma düşen hükümdar, son nefesinde imgesel düşmanlarına karşı savaşıyordu. Turan Oflazoğlu’nun oyunu, tarihe tutarlı bir yaklaşım mıydı, değil miydi bugüne değin kurcalayıp duruyorum, ama ne yalan söyleyeyim tarihçi olmadığım için herhangi kesin bir sonuca ulaşamıyorum ya da mütevazılık gösterisi yapıp burada söylemekten kaçınıyorum.

   Okan Demiriş’in hüzünlü bir motifle başlayan uvertürünün, sonradan Itrî’nin “Salât-ı Ümmiye”sinden oluşan füg tarzı girişe dönüşmesini pek severim. Topal Recep Paşa motifini de… Ancak, Genç Osman türküsü, IV. Murat’ın buyruk ve korku motifi pek bir kopuktur. Kösem Sultan motifi, yeniçerilerin motifi… Tümünü birden ele alırsanız beste hepten kopuk kopuktur. Demiriş, aşırı ve yoğun çoksesliliğe yönelmemiş, çoksesliliği güç ve geniş ayrıntılı durağan formlarla destekleyerek kendi biçemini bulamamıştır. Yapıt atonaldir… Teknik mükemmellik ve düşünsel konsantrasyona ulaşım zayıftır. Örneğin Sadrazam Topal Recep Paşa ile Kösem Sultan’ın düetleri olamazcasına zordur, hatta solistler açısından kaostur. Okan Demiriş’in bestesine “tam olmamış bir beste” dersem, elbette hem haddimi aşmış olurum, hem de pişmiş aşa su katarım. İyisi mi, “IV. Murat”ın bu yanını konunun uzmanlarına terk ederek atlayayım. Tolga Ergen’in koreografisinin de bilerek ve isteyerek üstünden sıçrayayım.

   Yönetmen Murat Atak, tüm kısıtlı olanaklara karşın (örneğin ikinci kast) “spektaküler” bir yapım için kollarını sıvadığında, hiç kuşkum yok ki, işe doğal olarak oyun metnini mizacının özelliği olan kişisel açıdan görerek başlamış. “IV. Murat”ı, IV. Murat’ı yansıtacak koşullar içinde sahnelemek istemiş. Oyuncular üzerindeki etkisini denektaşına vurmuş, büyültmüş, bağrına basmış, beslemiş, değiştirmiş. “IV. Murat”; ağacın gelişmesi, şıranın mayalanıp şaraba dönüşmesi, hamurun kabarması gibi canlanmaya başlamış, sürükleyici bir güç kazanmış. Bu güçle, oyuncularını da sarıp sarmalamış, oyuncuların da güçlendiğini anbean gözlemlemiş Atak. Zamanı gelmiş, bütün buyruklarını saman çöpleri örneği havaya fırlatıp atmış, buyruklarının havada çiçek açtığına, doğum yoluyla yaşama kavuştuklarına tanık olmuş. Metinde geçen Yeniçeri ve Sipahi Ocakları’nın ayaklanmasını, padişahın arkasında döndürülen dolapları, saray entrikalarını, iktidarın askeri kullanmasını, halkı ve aydınları yola getirmek için padişahın dini nasıl siyasetine alet ettiğini, Kuran’daki ayetlerle halkın karşısına çıkışını, böylelikle sözünün dinlenmesini nasıl elde ettiğini hep öne çekmiş. Padişah’ın ölüm nedeni siroz mudur, zehirlenme midir, mizanseniyle seyircinin kafasına soru işareti getirmiş. Uvertür, giriş, arya, resitatif, düet, terzet, kuartet, kentet, dans, koro, final gibi kendine özgü öğeleri yanı sıra, operanın da önünde sonunda bir oyun olduğunu unutmamış, teatral malzemeye bolca yer vermiş. Ondan sonra: “Perde,” demiş. Ortaya gerçekten de bir ‘dönem oyunu’nun nasıl sunulması gerektiğinin somut örneği çıkmış. Dünya prömiyeri 3 Mayıs 1980’de İstanbul’un şimdi “metruk” AKM’sinde yapılmış olan “IV. Murat”, malûmunuzdur geçen sezon Ankara’da yeniden seyircisiyle buluştu. Ankara’da dekor tasarımı Erkut Uzelli’ye aitti. Uzelli’nin dekor tasarımı Mersin’de, sarayın mimari görkemini pek yansıtmayan, ama titizlikle ve dönemin estetik duygularına inilerek, dar sahne olanakları da olabildiğince kullanılarak A. Seyhan Atamer tarafından uyarlanmış. Nursun Ünlü, sarayın parıltısını, pırıltısını sahneye başarıyla yansıtırken ince zevkini de kostümlere işlemiş. Köçek giysilerini de hayli gösterişli tasarlamış. Eee, döneminde de pahalı kumaşlardan yapılır, işlemelerle bezenirmiş köçek giysileri. Kadife üstüne sırma işlemeli mintan, canfes cepken, sırmalı üstüfeden “dört kubbe” denilen sırma saçaklı eteklik, sırma işlemeli kemer. Nursun Ünlü, köçek giysilerini olabildiğince zengin tutmakla pek iyi etmiş. Oyun genelinde de mükemmele erişmiş. Tarı Deniz’in ışığı, tıpkı sıcak bir odaya giren insanın sıcaklığı görmediği halde duyumsaması gibi… İyi üstü.

   Yeniçerileri, Sipahileri, Eşkıyaları, Bostancıları canlandıranların işlerini ciddiye almalarına, oyun disiplinlerine sözüm yok. Murat Atak’ın “black out” yerine oyuna eklediği ve kullandığı halktan insanlarda R. Ufuk Kasar, Özkan Çavdaroğlu, Serkan Karagöz, Erdem Özdemir Murat Atak ne söylemişse harfiyen yerine getiriyor. Yusuf Ziya Büyükaslan, Sadrazam Kara Mustafa Paşa’da iyi. Hasan Berk Bostancıbaşı’na başarıyla hayat veriyor. Hasan Bölükbaşı İstanbullu’da, Okan Fidan Silahtar’da, Bariton Mehmet Okman Şeyhülislam’da, Bariton Korhan Dinçer Hafız Paşa’da görevlerini yapmakta. Bas E. Hasan Alptekin, Murat Atak’ın yaratıcılığıyla oyuna pek güzel oturtulan meyhane sahnesinde Bekri Mustafa tiplemesini eski Karagöz oyunlarında görülen ve nedense daima Bekri Mustafa ile özdeşleştirilen Matiz, Sarhoş, Tek Bıyık, Tuzsuz Deli Bekir ya da Zeybek gibi tiplerden Bekri Mustafa’yı ayırmayı başararak mükemmel can veriyor. Hasan Alptekin’in bas sesi dramatik renklerin ağırlık kazandığı güzel bir ses. Alptekin’in lirizm anlayışı da çok iyi…

   Tenor Mustafa Özer, Şair Nef’i’de genel anlamda başarılı, ama üçüncü perdedeki yangın tablosunda pek bir isteksiz. Sadrazam Topal Recep Paşa’da Antalya Devlet Opera ve Balesi’nden gelen konuk Bariton Ümit Burak Tekinay, gözlerinin ve yüzünün incelikli ifade araçlarını pek güzel kullanıyor. Sesi, sözcükleri, tınıları, tonlamaları iyi… Soprano S. Nazlı Alptekin Kösem Sultan’ın içine girmiş. Düzgün vibratosu, dramatik tonlaması, sahneyi dolduran fiziksel özellikleriyle fevkalade başarılı. Rol yeteneği iyi, sahne hâkimiyeti de var. Okuduğu her hecenin hakkını vermesi de, hiç kuşkum yok ki aranılan bir özellik. Sesi yüksek yoğunluklu ve dramatik şarkıcılığa uygun…

   Bir de Dilfigâr Kalfa’da Funda Uyanık var. Soprano Funda Uyanık’ın sesi kayda alınıp tekrar tekrar dinlenecek bir ses. Funda Uyanık, Dilfigâr karakteriyle şarkı söyleme sanatının en harika örneklerinden birini vermekte. Uyanık’ın sesi gençlik kokuyor ve dolu dolu. Nüans aralıklarını aryasında daraltmamasıyla dikkat çekiyor. “Pianissimo legato”ları da dolgun ve kendine güven duyan soprano tonlarında. Yazık, böyle sesler (Bas Kıvanç Uğraşbul, Soprano Nazlı Alptekin, Ümit B. Tekinay, Bas Hasan Alptekin de bu kanıma dâhildir) zaman zaman Ankara’ya, İstanbul’a da gönderilmeli derim ben, başka da bir şey demem.

   Bujor Hoinic yönetimindeki orkestranın, özellikle birinci perde başındaki uvertürde mükemmele yaklaştığını; uvertüre egemen olan mistik duygusallığı ve duyarlılığı pek güzel yansıttığını söylemeliyim. Kuran sahnesindeki homojenlik de bence alkışlanmalı. Bakır sazların forteliğinde Soprano Nazlı Alptekin’in, Bas Kıvanç Uğraşbul’un güçlü sesleri yok oluyorsa eminim ki bunda Şef Hoinic’in gıdım günahı yoktur. Yüksek yazmışsa Demiriş, ne halt etsin Hoinic! Kimi entonasyon hataları ise sanırım enstrümanların eskiliğinden falan kaynaklanmakta. Kısaca, Şef Bujor Hoinic’in sahne üstünü de, orkestrayı da başarıyla yönettiğini söyleyebilirim. Orkestra/solistler/koro arasındaki dengeyi başarıyla sağlıyor, akıcı bir yönetim sergiliyor. Gizemli ve mistik akorlarla başlayan ilk temalardan itibaren, Hoinic’in dinleyeni yorumuyla etkisi altına aldığını söyleyerek yazıya devam etmeliyim. Uvertürdeki minör gamların hüzünlü havası, orkestra tarafından pek güzel verildiği gibi, artarda sıralanan gel-gitlerde salınan majör gamların yorumlanışı, “güç-imgesel düşman” ikilemi dramatik bir gerilim içinde güçlü bir etkileşimle çiziliyor. Zdravko G. Lazarov yönetimindeki on yedi kişilik son derece “mütevazı” koro, özellikle “ensemble”larda oyuna katkı sağlıyor.

   İnandığım şu ki, sanatsal istek yaratıcılıkta harekete geçirici bir gücü oluşturmakta. İsteğe eşlik eden heyecan verici büyülenme, burada titiz bir eleştirmen, açıkgöz bir araştırmacı niteliğinde. IV: Murat’ı canlandıran Bas Kıvanç Uğraşbul için, IV: Murat’ın derinliklerine giden yol göstericiyi, sanatsal şevki ve şevkine eşlik ettirdiği heyecan verici büyülenmesiyle bulmuş diyeceğim. Uğraşbul, birinci perdedeki “Kullarım, vazgeçin veremem onu” aryasından başlayarak eserin sonuna kadar sanatsal isteğinin, hevesinin, sevincinin, neşesinin dizginlerini kapıp koyuvermiş. Murat Atak da, bu koyuvermenin başını bilinçli olarak serbest bırakmış. Kıvanç Uğraşbul, kimi yerde isteği, hevesi, sevinci, neşeyi birbirine bulaştırıyor; yeri geliyor oyundan uzaklaşıyor, oyunu ya da parçalarını yeniden okuyor; özel olarak hoşuna giden yerlerde yoğunlaşıyor; yeni keşfettiği cevherlerini, güzelliklerini göstermek istiyor ve heyecanlanıyor… Heyecanını hep canlı tutuyor. Rol yapmıyor, heyecan duyuyor.

   Hiç çekinmeden söylerim, “IV. Murat”, Mersin Devlet Opera ve Balesi’nin açık yüreklilikle övünebileceği dört dörtlük bir yapım derim.

   Sonuç olarak, operaseverlerin de değer bilmesini dilerim.